Emzirme Oranı Her Geçen Gün Düşüyor
Son yüzyılda emzirme sıklığı tüm dünyada düştü. Sadece birkaç yıldır, batı ülkelerinde yavaş yavaş bunun yeniden canlandırılması konusunda ısrar ediliyor. Bu düşüş 50’li ve 60’lı yıllarda özellikle ABD’de meydana geldi. Bu yıllarda bebeklerini emziren annelerin oranı yüzde 38’den yüzde 18’e düştü ve bu yüzde 18’lik kısmın sadece yüzde 30’u bebeklerini iki aydan sonra da emzirmeye devam ettiler.
O zaman yaygın olarak benimsenen sebepler şunlardı; göğüs veya göğüs ucu problemleri, yerel veya sosyal uygunsuzluk, aşırı çaba sarf etmek, ailevi hastalıklar, süt yetersizliği. Bu son sebep yüzde 40 oranında görülüyordu. Bu durumun temelini oluşturan kültürel ve sosyal motivasyonların en azından bazılarını anlamak için daha eski yıllara dönmek gerekir. Emzirme oranının düşmesinin en önemli sebebi 1800’lerin sonlarında uzmanların, pediatristlerin ve psikologların çocuk yetiştirme sahnesine girmesidir.
Bu kişiler “bilimsel” süt vermeyi yaygnlaştırıyorlardı; sadece belirli saatlerde beslemeyi destekliyorlar ve katı kurallar koyuyorlardı (bebeği ağlamaya bırakmak, şımartmamak için kucağa almamak vb.). Bu şekildeki bir uygulama emzirme cesaretini kırmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Bunun yanı sıra uzmanların artan otoritesi, kadınların çocuk yetiştirme ve özellikle de beslenme konusunda eskiden beri sahip oldukları bilgi ve önlemlerin değerini azaltmaya yönelmişti. Bilim ve teknik için gösterilen gayret, endüstriyel olarak yeni üretilmiş, doktor tarafından reçetesi yazılmış, doğal olana oranla bir “iyileşme” olarak gösterilen yapay süt içindi (Liebig’de 1867 yılında yayınlanan bir kitabın adı buna açık bir örnektir, A Food for infants: A complete substitute for that provided by nature, “Çocuklar için yemek: Doğa tarafından sağlananın tam olarak yerini alabilecek besin”).
İlk mamaların oldukça eksik ve gelişigüzel yapılmış olduğu düşünülürse, inşan sütünden çok farklı olduğu söylenilebilirdi. Bunun yanı sıra mamalar “beslenme bakımından yenidoğanm ihtiyaçlarına anne sütünden daha uygun” olarak kabul ediliyordu. Böylelikle mamaların sonraki yıllarda, en azından 70’li yılların tümünde, yaygınlaşmasının nedeni ve emzirme alışkanlıklarının değiştirilmesinde hangi temel rolü üstlendiği anlaşılıyor. 80’li yıllarda bu mamaların formülü ve hazırlanmasındaki kayda değer ilerlemeye eş zamanlı olarak anne sütünün yeniden değerlendirilmesi konusunda da yol kat edilmiştir.
Batı dünyasında emzirmenin gerilemesindeki bir başka önemli faktör de kuşkusuz doğumun tıbbileşme sürecidir. Yaşamının ilk saatlerinde bebeğin anneden ayrılması, saatleri belli öğünler, tamamlayıcı (ek) biberonun alışılagelen kullanımı, annenin sürekli bebekle olmasının imkânsız olması ve emzirmeyi rahatsız kılacak hastane uygulamaları emzirme oranının düşmesinde pay sahibidirler. Günümüzde mama propagandası, Dünya Sağlık Örgütü’nün kaleme aldığı uygun bir kanunla, kesin olarak yeniden şekillendirilmiş ve düzenlenmiştir. Bu bir nevi ticareti ahlaklılaştırmaktır ancak tüm ülkelerde uygulanamamıştır.
Gelişmekte olan veya fakir ülkelerde bu besinlerin propagandası hâlâ çok fazla yapılmaktadır. Ama yine de anne sütünün sağladığı eşsiz yararlar evrensel olarak kabul görmüştür. Emzirme kültürel olarak hep daha çok istenir ve “sosyal olarak” kabul görür, teşvik edilir ve beslenmenin yanı sıra anne ve çocuk iletişimi açısından da giderek daha fazla değer kazanır. Daha duyarlı ve güncellenmiş olan bilimin görevi bu besinlerin annenin emzirmesinin imkânsız olduğu seyrek durumlar için bir avantaj olarak kalmasını sağlamaktır.